Demo

Blog

  • SULAMA SUYU KALİTESİ

    Sulama suyunun kalitesi, tarımsal verim ve bitki sağlığı açısından kritik bir faktördür. Sulama suyu içinde çözünmüş tuzlar, sodyum oranı ve belirli iyonların toksisitesi; hem toprak özelliklerini hem de bitki gelişimini doğrudan etkiler. Bu nedenle, sulama sularının sınıflandırılabilmesi için uluslararası ölçekte kabul görmüş çeşitli kalite kriterleri ve sınıflama sistemleri geliştirilmiştir.

    Toplam Eriyebilir Tuz Konsantrasyonu (EC ve TDS)

    Sulama suyundaki toplam tuzluluk, bitkilerin topraktan su alımını zorlaştırarak osmotik strese yol açar. Bu tuzluluğun ölçümü genellikle elektriksel iletkenlik (EC, dS/m) veya toplam çözünmüş katılar (TDS, mg/L) üzerinden yapılır. EC değeri 0,5 dS/m’nin üzerindeki sular, toprak çözeltisindeki tuz konsantrasyonunu 2–10 kat artırabilir; bu da tuza dayanıklı bitkiler hariç, birçok ekin için zararlı sonuçlar doğurur.

    1. Sodyum İyonunun Nispi Oranı (SAR ve %Na)

    Suyun sodyum içeriği, toprak parçacıkları arasındaki yapışmayı artırarak su geçirgenliğini ve havalanmayı olumsuz etkiler. Bu nedenle, sulama suyunun SAR (Sodyum Adsorpsiyon Oranı) ve %Na değerleri hesaplanarak değerlendirilir. SAR, sodyum ile kalsiyum ve magnezyum arasındaki dengeyi ifade ederken, %Na suyun toplam katyon yükü içindeki sodyum oranını belirtir. SAR değeri arttıkça toprakta sodyum birikimi, sert ve geçirimsiz bir yapı oluşumunu tetikler.

    1. Özel İyon Toksisiteleri

    Bazı iyonlar, toplam tuzluluk baskısından bağımsız olarak bitki dokularında toksik etkilere yol açar:

    • Klor (Cl⁻): Fazla klor, şeftali, narenciye ve domates gibi birçok meyve ve sebzede yaprak yanmalarına neden olur.
    • Sülfat (SO₄²⁻): Yüksek sülfat, kalsiyum alımını engelleyerek bitkide besin dengesizliğine yol açabilir.
    • Bikarbonat (HCO₃⁻): Özellikle hassas türlerde düşük konsantrasyonlarda bile metabolizmayı bozabilir.
    • Bor (B): Gerekli olduğu kadar düşük miktarlarda faydalı olsa da bazı bitkilerde 1 ppm’nin üzeri zararlı etki yapar.
    1. Diğer Parametreler: RSC, ES, PS ve GG

    Yalnızca tuzluluk ve sodyumluluk değil, kalıntı sodyum karbonat (RSC), efektif tuzluluk (ES), potansiyel tuzluluk (PS) ve geçirgenlik göstergesi (GG) gibi parametrelerle de sulama suyu kalitesi incelenir. Örneğin, ES; kalsit, dolomit ve jips gibi sınırlı çözünürlüğe sahip tuzlar uzaklaştırıldıktan sonra kalan katyonların toplamını; PS ise klor ve sülfatın bitkiler üzerindeki potansiyel etkisini yansıtır. GG ise suyun Na⁺, HCO₃⁻ ve toplam tuzluluk içeriklerine göre uzun vadeli toprak geçirgenliğini tahmin eder.

    Sulama Suyu Sınıflandırma Sistemleri

    Sulama suyu kalitesini değerlendirmek üzere tarih boyunca çok sayıda metodoloji geliştirilmiştir. Aşağıda en yaygın kullanılan bazı sistemlere kısaca değinilmiştir:

    • Schofield (1933, 1935): İlk olarak EC ve %Na, ardından Cl⁻ ve SO₄²⁻’yü de ekleyerek, beş sınıf altında basit bir sınıflama sunar.
    • Wilcox & Magistad (1943) / Wilcox (1948): Bor ve klor parametrelerini de dahil ederek tarımsal bölgelerde yaygın kullanım kazanmış grafiksel sınıflamalar geliştirir.
    • US Salinity Laboratory (Anonymous, 1954): EC ve SAR’a dayalı C1–C4 tuzluluk ve S1–S4 sodyumluluk sınıfları, hem akademik hem de pratikte “altın standart” olarak kabul edilir.
    • Doneen (1954, 1959, 1966): Efektif ve potansiyel tuzluluk sistemleri ile GG endeksi, uzun süreli toprak geçirgenliği riskini öngörmeye odaklanır.
    • Anonymous (1975) ve Christiansen ve ark. (1977): Çeşitli iyon toksisiteleri, besin elementleri ve pH gibi ek kriterleri bir arada değerlendiren kapsayıcı tablolar ve grafikler sunar.
    • Rijtema (1981) ve Soifer (1987): Özellikle bahçe bitkileri için maksimum TDS, klor ve SAR sınırları ile tuza dayanıklık göstergeleri geliştirir.

    Sulama suyu kalitesi ve uygunluğu; tarım verimliliğini, toprak sağlığını ve çevresel sürdürülebilirliği doğrudan etkiler. Bu nedenle, sulama projelerinde kullanılan suyun EC, SAR, özel iyon içerikleri ve diğer parametreler temelinde analiz edilip, uluslararası sınıflama sistemlerine göre değerlendirilmesi gerekir. Uygun sınıfa giren sulama suyu, hem bitki hem de toprak bakımından riskleri minimize ederken; hatalı sınıflandırma ve kontrolsüz kullanım, uzun vadede ciddi üretim kayıplarına yol açabilir. Tarım arazilerinde kaliteli su yönetimi için bu kriterlerin düzenli ölçülmesi ve izlenmesi büyük önem taşır.

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR

    https://www.tarimorman.gov.tr/

     

  • PLANLI VE ANİ DENETİM CEZA PUANI UYGULAMA YÖNERGESİ DUYURUSU

     17 Temmuz 2025

    Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliğinde yer alan Madde 42 – (1) “Bakanlık, bu Yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin hususlarda düzenleme yapmaya yetkilidir.” hükmüne göre Bakanlık, özel veya kamuya ait çevre ölçüm ve analizleri yapan laboratuvarlarda her türlü izin, lisans, iç izleme ve denetime esas teşkil eden ölçüm ve analizlerin uygulanmasına ilişkin hususlarda düzenleme yapma yetkisine sahiptir.

    Denetimlerde tespit edilen uygunsuzluklar için, Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliği ekinde yer alan Ek-6 Laboratuvar Değerlendirme Formunda belirtilen maddelere karşılık gelen ceza puanlarının,  ilgili laboratuvara uygulanması mevzuat gereğidir.

    Bu kapsamda laboratuvarlarda yapılacak olan ani, planlı ve şikâyete bağlı denetimlerde tespit edilen uygunsuzluklar karşılığında uygulanacak ceza puanlarının, nasıl değerlendirileceğine yönelik uygulamada birliğinin sağlanması amacıyla ekte yer alan “Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliği Planlı ve Ani Denetim Ceza Puanı Uygulama Yönergesi” hazırlanmıştır.

    Yetkili Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarlarında yapılan ani, planlı ve şikâyete bağlı denetimlerde tespit edilen uygunsuzluklara karşılık gelen ceza puanlarının bu Yönerge hükümlerine uygun olarak belirlenmesi uygun görülmüştür.

    Yetkili laboratuvarların dikkatine.

     

    EK- Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliği Planlı ve Ani Denetim Ceza Puanı Uygulama Yönergesi

     

    Kaynak : https://lab.csb.gov.tr/planli-ve-ani-denetim-ceza-puani-uygulama-yonergesi-duyurusu-duyuru-461239

  • ORGANİK VE İŞLENMİŞ GIDA TÜKETİMİNİN FEKAL ATIK YOLUYLA DOĞAYA ETKİSİ

    Günlük hayatımızda sağlıklı beslenme üzerine pek çok şey duyuyoruz. Kimimiz organik ürünlere yöneliyor, kimimizse zaman darlığı ya da alışkanlık nedeniyle paketli gıdaları tercih ediyoruz. Ancak pek düşünmediğimiz bir konu var: Yediğimiz şeylerin vücudumuzda bıraktığı izler sadece bize değil, doğaya da yansıyor. Özellikle de dışkımız aracılığıyla…

    Evet, kulağa tuhaf gelebilir. Ama insan dışkısı, tıpkı evsel atıklar gibi çevreye karışıyor. Peki bu atık ne yediğimize bağlı olarak doğaya ne kadar zarar verebilir?

    Organik Beslenen Bireylerin Dışkısı

    Organik beslenen kişilerin dışkısı genellikle daha lifli, doğal ve kolay çözünebilir yapıdadır. Yüksek lifli gıdalar (sebzeler, tam tahıllar, baklagiller) bağırsaklarımızın daha verimli çalışmasını sağlar. Bu da hacimli, mikrobiyal olarak zengin ve doğayla uyumlu bir dışkı demektir.

    Üstelik bu tür dışkı, uygun koşullarda kompostlanarak toprağa geri kazandırılabilir. Yani doğru yöntemlerle işlendiğinde doğaya zarar vermek bir yana, toprak kalitesini bile artırabilir.

    Paketli Gıdalarla Beslenen Bireylerin Dışkısı

    Öte yandan, işlenmiş ve paketli gıdalarla beslenen kişilerin dışkısında durum farklı olabilir. Bu gıdaların çoğunda katkı maddeleri, yapay tatlandırıcılar, renklendiriciler ve koruyucular bulunur. Bazı maddeler vücutta tamamen parçalanamaz ve dışkıyla dışarı atılır. İşte bu noktada çevreye zarar verebilecek içerikler devreye girer.

    Araştırmalar, bazı katkı maddelerinin atık su arıtma tesislerinde bile tam olarak temizlenemediğini ve su kaynaklarına karışabildiğini gösteriyor. Ayrıca mikroplastikler gibi zararlı maddelerin dışkıyla atıldığı da bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bunlar zamanla doğada birikir ve canlı yaşamını olumsuz etkileyebilir.

    Neden Önemli?

    İnsan dışkısı, kanalizasyon sistemleri aracılığıyla doğaya ulaşabiliyor. Her gün milyarlarca insanın çıkardığı bu atığın içeriği, beslenme biçimimize bağlı olarak ya doğaya uyumlu ya da zararlı olabilir.

    Bu konu sadece kişisel sağlıkla ilgili değil. Aynı zamanda çevre sağlığı, su kaynaklarının temizliği ve ekosistem dengesiyle de doğrudan bağlantılı.

    Organik gıdalar sadece vücudumuza değil, doğaya da iyi geliyor. Elbette her zaman her koşulda organik beslenmek mümkün olmayabilir. Ama ne kadar az katkı maddesi tüketirsek hem bedenimiz hem de doğa için o kadar faydalı olur.

    Unutmayalım: Beslenme biçimimiz, sadece bizi değil; toprak, su ve doğamızı da etkiliyor.

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR:

    1. Schwabl, P. et al. (2019). Assessment of microplastics in human stool: A pilot study. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/31476765/
    2. Choi, Y. et al. (2021). Ultra-Processed Foods and Gut Microbiome: A Review. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8295567/
    3. org. The microbiome science of composting and human excrement composting: a review. https://arxiv.org/abs/2409.07376
    4. Effect of Diet on Feces Composition and Environmental Quality. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1056617119321567

  • İKLİM KANUNU

    Bu Kanunun amacı; yeşil büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim değişikliğiyle mücadele etmektir. Kanun, iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve uyum faaliyetleri ile bunlara ilişkin planlama ve uygulama araçlarını, finansmanını, izin ve denetim mekanizmalarını kapsar.

    Bu Kanunun uygulanmasında; çocuk, kadın, yaşlı ve engelli gibi süreçten en fazla etkilenecek grupları öncelikli tutarak yeni istihdam alanları oluşturan ve ekonomik, çevresel ile sosyal kazanımları en üst düzeyde tutan politika ve uygulamalar adil geçişi yansıtır. Tahsisatların piyasa katılımcılarına ihale yöntemiyle dağıtımını sağlamaya yönelik işlemlerin yapıldığı piyasa birincil piyasadır. Tahsisatların, ücretsiz dağıtımı ve/veya birincil piyasada satışı sonrasında işlem gördüğü piyasalar ikincil piyasalardır.

    Karbon kredilerinin Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında veya gönüllü taahhütlerin yerine getirilmesinde kullanılması denkelştirmedir.

    Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), sera gazı emisyonlarına yönelik olarak belirlenmiş bir üst sınır çerçevesinde çalışan ve işletmelere emisyon hakları (tahsisatlar) verilmesini temel alan ulusal ve/veya uluslararası piyasa temelli bir mekanizmadır.

    Bu sistemde, işletmeler ellerindeki tahsisatları alıp satarak sera gazı emisyonlarını azaltmaya teşvik edilir ve net sıfır emisyon hedefine ulaşılması amaçlanır. ETS piyasası ise, tahsisatların ya da emisyon ticaretine ilişkin uygun görülen diğer standartlaştırılmış sözleşmelerin birincil ve ikincil piyasalarda alınıp satıldığı; piyasa işletmecisi tarafından organize edilip düzenli olarak işleyen yapıyı ifade eder. Sistemde yer alan esneklik mekanizmaları, işletmelere tahsisat teslimat yükümlülüklerini karşılarken bir önceki veya bir sonraki döneme ait tahsisatları kullanma hakkı, denkleştirme uygulamaları ve benzeri imkânlar sağlayarak yükümlülüklerini daha esnek bir şekilde yerine getirmelerini mümkün kılar. Gömülü sera gazı emisyonları ise bir ürünün üretim sürecinde doğrudan ortaya çıkan emisyonların yanı sıra; üretim sırasında kullanılan elektrik, ısı, buhar, soğutma ve basınçlı hava gibi enerji kaynaklarından kaynaklanan dolaylı emisyonları da kapsar.

    Gönüllü karbon piyasaları, karbon kredilerinin işletmeler veya bireyler arasında gönüllülük esasına göre alınıp satıldığı piyasalardır. Bu piyasalarda, karbon kredisi; sera gazı emisyonlarının azaltım veya giderim projelerinin bağımsız kuruluşlarca doğrulanması ve belgelenmesi sonucu elde edilen ve bir ton karbondioksit eşdeğeri cinsinden ifade edilen finansal enstrümandır. İkincil piyasalar ise, tahsisatların ücretsiz dağıtımı veya birincil piyasada satışı sonrasında işlem gördüğü, piyasa işletmecisi tarafından organize edilip düzenli olarak işleyen yapılardır. Benzer şekilde, uluslararası karbon piyasaları, ülkemizin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Ulusal Katkı Beyanı hedeflerine ulaşmak amacıyla oluşturulan mekanizmaları içerir.

    Karbon fiyatlandırma araçları, ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) ve karbon esaslı vergiler gibi sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedefleyen ekonomik araçları kapsar. Tahsisat, kaydi olarak ihraç edilen ve belirli bir süre boyunca bir ton karbondioksit eşdeğerinde emisyon hakkını temsil eden devredilebilir bir varlıktır. Bu emisyon hakları, karbondioksit eşdeğeri birimi üzerinden ölçülür; zira sera gazı emisyonları, karbondioksit, metan, diazotoksit ile hidroflorokarbonlar, perflorokarbonlar ve kükürt hekzaflorür gibi gazların atmosfer salımını ifade eder.

    Piyasa istikrar mekanizması, tahsisat fiyatlarının aşırı dalgalanmalarını önlemek üzere uygulanan iş ve işlemleri tanımlar; bu mekanizmanın gerektirdiği nakit takas ve teminat yönetimi gibi mali süreçleri ise Sermaye Piyasası Kanunu’na göre kurulmuş merkezî uzlaştırma kuruluşu yürütür. Piyasa işletmecisi olarak Enerji Piyasaları İşletme Anonim Şirketi, bu piyasaların düzenli işleyişini sağlar ve birincil ile ikincil piyasalarda organizasyonu üstlenir.

    İklim finansmanı, sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini desteklemeyi amaçlayan kamu, özel ve alternatif finansman kaynaklarından sağlanan fonları ifade eder. Bu finansman enstrümanları, iklim değişikliğiyle mücadele teşviki kapsamında sunulan planlama ve uygulama araçlarıyla birlikte yürütülür; planlama araçları, kurum ve kuruluşlarca hazırlanan strateji, eylem planı ve politika belgelerini; uygulama araçları ise finansman, teknoloji geliştirme, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme faaliyetlerini kapsar.

    İklim değişikliğine uyum süreci; mevcut veya olası olumsuz etkileri önlemeye, riskleri en aza indirmeye ve ortaya çıkabilecek fırsatlardan yararlanmaya yönelik önlemleri içerir. İklim adaleti politikaları ise iklim değişikliğinin etkilerinin ve bu çabaların neden olduğu eşitsizlikleri gidermeyi hedefler. Uluslararası alanda kabul gören “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi, ülkelerin değişen kapasite ve sorumluluklarına uygun eylemler geliştirmesini öngörür.

    Net sıfır emisyon hedefine ulaşmak, insan kaynaklı sera gazı salımlarını teknoloji ve diğer yöntemlerle azaltmak ve/veya yutak alanlar aracılığıyla kalan emisyonları dengelemek suretiyle atmosfere net emisyon artışı olmamasını sağlamaktır. Yutak alanlar; ormanlar ve diğer ekosistemler vasıtasıyla karbonu emerek atmosfere geri salmadan depolayan süreç, aktivite ve mekanizmalardır. Sera gazı emisyonlarının azaltımı ise hem doğrudan emisyonların düşürülmesini hem de yutak alanların korunması, artırılması ve iyileştirilmesi faaliyetlerini kapsar.

    Türkiye Yeşil Taksonomisi, belirlenen çevresel hedefler doğrultusunda iklim değişikliğiyle mücadeleye katkı sağlayan ekonomik faaliyetleri sınıflandırarak iklim finansmanını harekete geçiren bir sistemdir. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ise gümrük bölgesinde ithal edilen malların sera gazı emisyonlarının yönetimine yönelik bir uygulama mekanizmasıdır. Ulusal Katkı Beyanı, Başkanlık koordinasyonunda hazırlanan ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na sunulan; sera gazı azaltımı ve uyum hedeflerini içeren belgeyi; ulusal tahsisat planı ise belirli bir dönem için üst limit çerçevesinde toplam tahsisat miktarını belirleyen plandır.

    Proje sahibi, karbon kredisi üretecek faaliyeti geliştiren gerçek veya tüzel kişiyi; yeşil iş ise çevre ve doğal kaynakların korunmasına, çevre kalitesinin iyileştirilmesine katkıda bulunarak sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen işleri ifade eder. Ozon tabakasını incelten maddeler ise tek başına veya bir karışım hâlinde ozon tabakasını inceltme potansiyeline sahip ve Montreal Protokolü ile kontrol altına alınan kimyasalları ve izomerlerini kapsar.

    İklim değişikliğiyle mücadelede benimsenen temel ilkeler şunlardır: Ülkemizin uluslararası sorumlulukları ve kapasitesi göz önünde bulundurularak; eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, entegrasyon, sürdürülebilirlik, şeffaflık, adil geçiş ve ilerleme yaklaşımları esas alınır. Bu ilkelere dayanarak kamu kurumları ile gerçek ve tüzel kişiler; kanunla belirlenen tedbirlere zamanında uymak ve uygulamakla yükümlüdür. Ayrıca, Ulusal Katkı Beyanı hazırlanırken net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda ülkenin kalkınma öncelikleri ve özel koşulları dikkate alınır ve bu çerçevede somut önlemler planlanır.

    Bu çerçevede esaslar şöyle belirlenmiştir: Sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum faaliyetleri yıllık olarak Başkanlıkça izlenir. Başkanlık; kurumlar arası koordinasyonu sağlamak, standartları ve faaliyetleri belirlemek, gelişmeleri takip etmek ve karbon fiyatlandırmasına ilişkin piyasa mekanizmalarını düzenlemekle tek yetkili mercidir. Kamu kurumları ve özel sektör de kendi yetki alanlarında planlama, uygulama, destekleme ve iş birliği yükümlülüğünü yerine getirir.

    Bilgi paylaşımına dair olarak; Başkanlık, bu Kanun’un uygulanması için ihtiyaç duyduğu tüm bilgi, belge ve verileri bedelsiz olarak doğrudan isteyebilir. Bu veriler öncelikle Ulusal Coğrafi Bilgi Platformu üzerinden sağlanır; eksik kaldığında ilgili kurumlarla protokol yapılarak temin edilir. Millî savunma ve güvenlikle ilgili hususlarda ise paylaşım usul ve esasları ilgili bakanlıklar tarafından müşterek olarak belirlenir.

    Son olarak, Bakanlık, Kanun’da verilen yetkiler kapsamında sınırlarını yazılı olarak belirlemek koşuluyla, gerektiğinde bazı yetkilerini Başkanlığa devredebilir. Böylece hem etkin bir koordinasyon hem de hesap verebilirlik sağlanmış olur.

    Sera Gazı Emisyonlarının Azaltım Faaliyetleri Emisyonlar, Ulusal Katkı Beyanı, net sıfır emisyon hedefi ve Başkanlık tarafından yayımlanan strateji ve eylem planları çerçevesinde azaltılır.

    Sektörel bazda belirlenen azaltım faaliyetleri, ilgili kurum ve kuruluşların mevzuatla yükümlü görevleri kapsamında yürütülür; hedeflere ulaşmak için gerekirse bu görevler gözden geçirilip güncellenir.

    Kamu kurumları ve kuruluşlar, orta ve uzun vadeli hedeflerini içeren planlama araçlarını; azaltım önlemlerine uyumlu şekilde hazırlamak, uygulamak, izlemek ve güncellemekle sorumludur.

    Azaltım önlemleri arasında;

    • Enerji, su ve hammadde verimliliğinin artırılması,
    • Kirliliğin kaynağında önlenmesi,
    • Yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması,
    • Kurum ve işletmelerin karbon ayak izinin düşürülmesi,
    • Alternatif temiz veya düşük karbonlu yakıt ve hammaddelerin kullanımı,
    • Elektrifikasyonun teşvik edilmesi,
    • Temiz teknolojilerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması,
    • Adil geçiş ilkesi gözetilerek sıfır atık sisteminin kurulması ve izlenmesi yer alır.

    Yutak alanlar (orman, tarım, mera, sulak alanlar) korunur ve genişletilir; karbon yutağı kayıplarını engelleyecek tedbirler alınır.

     

    İklim Değişikliğine Uyum Faaliyetleri

    Uyum çalışmaları da Ulusal Katkı Beyanı, net sıfır emisyon hedefi ve Başkanlık eylem planlarına uygun olarak yürütülür; amaç mevcut veya olası zararları önlemek, riskleri asgariye indirmek ve fırsatlardan yararlanmak.

    Sektörel uyum politikaları, ilgili kurum ve kuruluşların yasal sorumlulukları kapsamında uygulanır; gerekli görüldüğünde bu sorumluluklar güncellenebilir.

    Kurumlar, uyuma yönelik planlama araçları ve etkilenebilirlik & risk analizleri hazırlamak, bunları yatırım ve planlama süreçlerinde kullanmak ve uygulamakla yükümlüdür.

    Su kaynaklarının etkin yönetimi için özel planlama araçları hazırlanır ve uygulanır.

    Ekosistem ve biyoçeşitliliğin korunması amacıyla;

    • Denizel ve karasal korunan alanların niteliği ve oranı yükseltilir,
    • Arazi tahribatının dengelenmesi sağlanır,
    • Çölleşme ve erozyonla mücadele, ağaçlandırma ve toprak muhafaza faaliyetleri kapsamında orman dışı yutak alanlar sürdürülebilir şekilde yönetilir.

    Tarım sektöründe ekosistem temelli uyum ve doğa temelli çözümler benimsenir; iklim değişikliğine dirençli ürün desenleri, su bütçesi gözeten planlama araçları geliştirilir ve iklim dirençli uygulamalar yaygınlaştırılır. İklim kaynaklı afetlerin yol açtığı kayıp ve zararları azaltmak için, risk değerlendirme, izleme, bilgilendirme ve erken uyarı sistemleri, bütünleşik afet yönetimi anlayışıyla hayata geçirilir.

     

    Karbon Piyasası Kurulu; bakan yardımcıları ve düzenleyici kurum temsilcilerinden oluşur. Kurulun sekretaryasını Başkanlık yürütür. Kurul şu görevleri yerine getirir:

    • Ulusal tahsisat planını onaylamak, ETS’de ücretsiz dağıtılacak tahsisat miktarını belirlemek ve birincil piyasada satışa sunulacak hakları tespit etmek.
    • ETS kapsamındaki denkleştirme oranlarını kararlaştırmak; sistemin plan, politika, strateji ve eylem adımlarını tanımlamak.
    • Uluslararası karbon piyasasına konu olacak sektör, proje ve faaliyetleri saptamak; ithalat ve ihracat politikalarının esaslarını belirlemek.

    Danışma Kurulu, iş dünyası ve meslek örgütleri temsilcilerinden oluşan; TOBB Başkanı başkanlığındaki istişari bir organdır. ETS ve uluslararası karbon piyasasına ilişkin öneri ve değerlendirmelerini gerekçeleriyle Karbon Piyasası Kurulu’na iletir.

    Başkanlık,

    • Tahsisat süreçlerini yönetir,
    • Emisyon izleme‑raporlama‑doğrulama (MRV) sistemini işletir,
    • Denkleştirme (offset) faaliyetlerinin esaslarını düzenler,
    • ETS içinde kullanılacak karbon kredilerini belirler,
    • Uluslararası alanda karbon kredisi ithalat‑ihracat politikalarını geliştirir ve diğer piyasalarla iş birliği yapar.

    Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), ETS piyasasındaki piyasa bozucu davranışları gözetler ve denetler; usul‑esasları Sermaye Piyasası Kurulu ile iş birliği içinde belirler.

    Piyasa işletmecisi,

    • Mali uzlaştırma ve diğer mali işlemleri yürütür,
    • Piyasa bozucu davranışları Başkanlık ve EPDK’ya bildirir,
    • Tahsisat ihracı, transferi, iptali ve kaydi takibini sağlayan elektronik kayıt sistemini kurar ve işletir.

    Merkezî uzlaştırma kuruluşu, ETS’ye ilişkin teminat yönetimi ve nakit takasını yürütür.

    Kurul, şeffaflığı sağlamak amacıyla; ücretsiz tahsisat verilerini, doğrulanmış emisyon değerlerini ve yükümlülük bilgilerini kamuoyu ile paylaşabilir. Uygulama usul ve esaslarını Başkanlık; piyasa işleyişine ilişkin detayları ise Enerji, Çevre ve Piyasalar Bakanlıkları ile SPK ve EPDK koordinesinde belirler.

     

    Gönüllü Karbon Piyasaları ve Denkleştirme

    Denkleştirme izni: ETS yükümlülüklerinin bir kısmı, eşdeğer miktarda gönüllü karbon kredileriyle karşılanabilir.

    1. Ulusal sistemin esasları: Başkanlık, emisyon azaltım/giderim ve yutak alan projeleriyle üretilen karbon kredilerinin kullanılacağı ulusal karbon kredilendirme ve denkleştirme mekanizmasının kurallarını oluşturur.
    2. Hile veya hata: Denkleştirme projelerine ilişkin verilerin hatalı veya hileli olduğu tespit edilirse, söz konusu miktar yükümlülük için kabul edilmez ve sorumlulara yaptırım uygulanır.
    3. Standart ve metodolojiler: Başkanlık, ulusal sistemde kullanılacak metodolojileri ve standartları geliştirmek için ilgili kuruluşlarla iş birliği yapar.
    4. Kayıt yükümlülüğü: Gönüllü karbon projeleri sahipleri, üretime başladıkları veya başlayacakları projeleri belirlenen süre içinde Başkanlıkça işletilen karbon kredisi kayıt sistemine kaydettirmek zorundadır. Başkanlık, uluslararası standart geliştiren kuruluşlarla da çalışabilir.

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAK

    https://demo.haliccevre.com/wp-content/uploads/Iklim-kanunu.pdf

     

  • Toprak Altındaki Görünmeyen Tehdit; MİKROPLASTİKLE

    Mikroplastik, 5 milimetreden küçük boyutta olan plastik parçacıklardır. Genellikle iki ana grupta incelenir:

     1. Birincil Mikroplastikler

    Bu mikroplastikler, doğrudan küçük boyutta üretildikleri için çevreye bu şekilde salınırlar. Örneğin:

    • Kozmetik ürünlerdeki peeling tanecikleri
    • Diş macunlarındaki temizleyici mikroboncuklar
    • Endüstriyel plastik üretiminde kullanılan “pellet” adı verilen ham plastik granüller

    2. İkincil Mikroplastikler

    Bu türler, daha büyük plastik ürünlerin zamanla parçalanması sonucu oluşur. Nedenleri arasında:

    • Güneş ışığı (UV) etkisi
    • Mekanik aşınma (örneğin dalga, rüzgar)
    • Kimyasal bozunma yer alır.

    Örnekler:

    • Denizde parçalanan plastik torbalar
    • Tarımda kullanılan plastik malç örtüler
    • Giysilerden kopan sentetik mikroelyaflar (özellikle polyester, naylon gibi)

    Bugüne dek mikroplastik kirliliğini daha çok denizler ve okyanuslarla ilişkilendirdik. Fakat son yıllarda yapılan araştırmalar, bu küçük plastik parçacıklarının sessiz ve derinden bir şekilde kara ekosistemlerine de yayıldığını ortaya koyuyor. Özellikle de tarım toprakları, bu görünmeyen tehdidin yeni hedefi hâline gelmiş durumda.

    Tarım alanlarında mikroplastiklerin birikimi, beklenenden çok daha yaygın ve endişe verici. En önemli kaynaklardan biri, arıtma tesislerinden çıkan atık su çamurlarının gübre olarak tarlalara uygulanması. Bu çamurlar, organik madde açısından zengin olduğu için tarımda yaygın şekilde kullanılıyor. Ancak arıtma tesisleri mikroplastikleri tutamadığından, bu küçük parçacıklar da çamurla birlikte toprağa karışıyor. Yapılan bir çalışmaya göre, Avrupa’da yılda 60.000 tona kadar mikroplastik, sadece bu yolla toprağa taşınabiliyor.

    Mikroplastiklerin bir diğer yayılma yolu ise tarımsal sulama. Özellikle plastik borular, hortumlar ve depolama tankları gibi sulama ekipmanları zamanla aşınarak minik plastik parçacıkları bırakabiliyor. Ayrıca plastik malç filmler, fide saksıları, torbalar ve hatta bazı gübre kaplamaları da zamanla parçalanarak mikroplastik üretimine neden olabiliyor.

    Topraktaki mikroplastiklerin ne gibi etkiler yarattığı ise hâlâ araştırılıyor. Ancak şimdiye kadar elde edilen bulgular, mikroplastiklerin toprağın su tutma kapasitesini, havalanmasını ve mikrobiyal faaliyetlerini olumsuz etkilediğini gösteriyor. Örneğin, toprak solucanlarının mikroplastikleri yanlışlıkla yutması hem kendi sağlıklarını tehdit ediyor hem de topraktaki besin döngüsünü bozuyor. Bitkiler de bu parçacıklara maruz kalabiliyor; bazı deneysel çalışmalar, mikroplastiklerin köklerde biriktiğini ve büyümeyi olumsuz etkileyebileceğini ortaya koyuyor.

    Bu durum, sadece ekosistem sağlığı için değil, gıda güvenliği açısından da önemli riskler barındırıyor. Çünkü bu parçacıkların gıda zincirine taşınması ve nihayetinde insanlara ulaşması ihtimali göz ardı edilemez. Şu an için kesinleşmiş bir sağlık tehdidi kanıtlanmış olmasa da bu konuda temkinli davranmak gerekiyor.

    Peki ne yapılmalı? Öncelikle tarımda kullanılan malzemelerin doğaya dayanıklı, parçalanabilir alternatiflerle değiştirilmesi gerekiyor. Ayrıca atık su çamurlarının doğrudan toprağa uygulanmadan önce daha etkili mikroplastik arıtma yöntemlerinden geçirilmesi şart. En önemlisi de bu konuda daha fazla bilimsel veriye ihtiyaç var. Toprak kirliliği uzun vadeli ve geri dönüşü zor bir süreçtir; mikroplastiklerin bu süreci hızlandırmasına izin vermemeliyiz.

    Çünkü toprak, sadece üretim alanı değil; geleceğimizin temelidir. Ve eğer gözle göremediğimiz parçacıklar toprağımızı tehdit ediyorsa, bu tehdit en az görünür olanlar kadar ciddiye alınmalıdır.

     

    Mühendislik Perspektifiyle Çözüm Önerileri

    Çevre mühendisliği bakış açısıyla çözüm yolları, sistematik ve çok katmanlı bir yaklaşımı gerektiriyor:

    • Atık su çamuru yönetimi yeniden gözden geçirilmeli; mikroplastik ön arıtımı yapılmadan tarımda kullanılmamalıdır.
    • Biyobozunur malçlar ve çevre dostu sulama sistemleri teşvik edilmelidir.
    • Toprak izleme programları mikroplastik birikimi açısından güncellenmelidir.
    • Yönetmelikler ve standartlar hâlen deniz sistemlerine odaklıdır; kara ekosistemleri için özel mikroplastik yönetim kriterleri geliştirilmelidir.

     

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR:

    1. https://www.fao.org/
    2. https://doi.org/

  • Titreşim Maruziyet Ölçümlerinde Dikkat Edilecek Hususlar

    • Titreşim ölçümleri için kullanılan TS EN ISO 5349-1, TS EN ISO 5349-2, TS EN 1032 + A1 ve TS ISO 2631-1 standartlarındaki bilgilere istinaden titreşim kalibratörü mutlaka sahaya götürülmelidir. Saha doğrulaması hem ölçüm öncesinde hem de ölçüm sonrasında yapılmalıdır. Bu bilgi, deney talimatlarında da yer almalıdır.
    • TS EN ISO 5349-2 standardının 5.4.1 başlığı altında yer alan, ölçüm süresiyle ilgili bilgiler ışığında, her bir örnekleme işlemi en az 1 dakika uzunluğunda olmalıdır ve her bir ölçüm en az 3 adet örneklemeden oluşmalıdır. Çalışma süresinin çok kısa olması hâlinde, toplam ölçüm süresi en az 3 dakika olacak biçimde örnekleme adedi artırılmalıdır. Tüm bunlar, el ve kol titreşiminin ölçüm işlemi için hazırlanan deney talimatlarında yer almalıdır.
    • TS EN 1032 + A1 standardının F.2.2 başlığı altında yer alan, ölçüm süresiyle ilgili bilgiler ışığında, her bir örnekleme işlemi en az 3 dakika uzunluğunda olmalıdır ve her bir ölçüm en az 3 adet örneklemeden oluşmalıdır. Çalışma süresinin çok kısa olması hâlinde, toplam ölçüm süresi en az 9 dakika olacak biçimde örnekleme adedi artırılmalıdır. Tüm bunlar, tüm vücut titreşiminin ölçüm işlemi için hazırlanan deney talimatlarında yer almalıdır.
    • TS EN ISO 2631-1 ve 1032+A1 standartlarından birlikte yetki verildiğinden metot validasyon için tek rapor hazırlanması gerekmektedir.

    Bilgilerinize.

     

    Kaynak :  https://www.csgb.gov.tr/isgum/hizli-erisim/laboratuvar-yetkilendirme/

  • KLOR İLE SU DEZENFEKSİYONU

    Klor, dünya genelinde içme suyu dezenfeksiyonunda yaygın olarak kullanılan temel bir kimyasal ajandır. Su kalitesinin izlenmesi ve korunmasında klorun bu denli etkili olmasının temel nedeni, patojen mikroorganizmaları kimyasal oksidasyon yoluyla etkisiz hâle getirebilmesidir. Klor, suya uygulandığında bakteriler, virüsler ve bazı protozoalarla reaksiyona girerek bunların hücre yapısını bozar ve çoğalmalarını engeller. Bu sayede, su kaynaklarında halk sağlığını tehdit edebilecek biyolojik kontaminasyon önlenmiş olur.

    İster yüzme havuzlarında mikrobiyolojik kontrol sağlamak, isterse bir içme suyu arıtma tesisinde sürekli dezenfeksiyon sağlamak amacıyla kullanılsın, klorun dozajının doğru ayarlanması büyük önem taşır. Yetersiz klorlama, mikroorganizma riskinin devam etmesine neden olurken, aşırı klorlama ise insan sağlığına ve suyun organoleptik (tat, koku) özelliklerine olumsuz etkiler yapabilir. Bu nedenle, klor dozajının optimum düzeyde tutulması ve artık klor miktarının düzenli olarak izlenmesi, etkili bir su kalitesi yönetimi için kritik öneme sahiptir.

    Havuz suyuna doğrudan klor eklendiğinde, hipoklorit iyonu ve hipokloröz asit gibi kimyasallara parçalanır ve bunların her ikisi de bakteri ve çeşitli mikroorganizmaları öldürmede etkilidir. Serbest klor ile toplam klor arasındaki farkı bilmelisiniz çünkü her klor türü suda farklı şekilde işlev görür. Sanitasyon çabalarınızın etkinliğini belirlemek istiyorsanız, sudaki serbest klor ve toplam klor seviyelerini doğru bir şekilde belirlemek önemlidir.
    Klor, suda çözündüğünde hipokloröz asit gibi güçlü oksitleyici türler oluşturur; bu maddeler bakterilerin hücre zarlarını parçalayarak ve enzimatik işlevlerini bozarak mikroorganizmaları etkisiz hâle getirir. Diğer temizlik maddeleriyle kıyaslandığında klorun en büyük avantajı, özellikle organik kirleticileri ve patojenleri yok etmede yüksek etkinlik göstermesidir. Bazı temizlik solüsyonlarının maliyeti yüksek olabilirken, klor nispeten ucuzdur ve bu da ihtiyaçlarınıza göre ölçeklenebilmesini sağlar. Klorun kullanımı da kolaydır ve diğer temizlik solüsyonları kadar zararlı değildir. Klor, diğer temizlik solüsyonlarıyla her zaman mümkün olmayan yeniden kirlenmeye karşı uzun süreli koruma sağlar. Klorun dezenfektan amaçlı kullanılmasının tek olumsuz yanı bulanık suda daha az etkili olması ve güçlü bir kokuya sahip olmasıdır.

    Bilmemiz gereken üç tür klor vardır: serbest klor, birleşik klor ve toplam klor. Serbest klor, kirleticileri dezenfekte edebilen klor miktarını ifade ederken, birleşik klor, kirleticilerle doğrudan birleşmiş kloru ifade eder. Toplam klor, temel olarak serbest klor ve birleşik klorun toplamıdır.

    Serbest klor, kirleticileri etkili bir şekilde dezenfekte etmek için klorlu suyla henüz birleşmemiş olan klor miktarını ifade eder; bu klorun yüzme havuzunuzun suyundaki zararlı mikroorganizmalardan kurtulmak için serbest olduğu anlamına gelir. Suda yeterli serbest klor yoksa, biriken bakterilerden ve diğer kirleticilerden kurtulamazsınız.

    Birleşik klor, havuzunuzun dezenfeksiyonu sırasında oluşan bir klor türüdür. Bu işlem sırasında klor, sudaki herhangi bir kirleticiye bağlanarak birleşik klor oluşturur. Havuz suyunuzda birleşik klor bulunması, serbest klorun şu anda sudaki bazı kirleticileri parçaladığı anlamına gelir. Temiz ve tamamen dezenfekte edilmiş bir havuzun birleşik klor içeriği sıfır olacaktır.

    Toplam klor, birleşmiş klor ve serbest klorun toplamıdır ve serbest klor veya birleşik klor ile karşılaştırıldığında suda test edilmesi çok kolaydır, bu nedenle daha ucuz klor ölçüm testlerinin çoğu özellikle toplam kloru test edecektir. Temiz suda, birleşik klor sıfırda olması gerektiğinden, toplam klor miktarı sudaki serbest klor miktarını belirlemek için kullanılabilir.

    Ancak, suda serbest klorun yanında bir miktar birleşik klor varsa, toplam klor ölçümü esasen işe yaramaz. Bu ölçüm, farklı serbest klor ve birleşik klor miktarlarını göstermediği için size pek bir şey söyleyemez.

    Birleşik klor, cilt yağı, ter veya idrar gibi bir kirleticiye veya organik maddeye bağlanmış serbest kloru tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Birleşik klor, serbest klorun sudaki amonyak veya organik azot bileşikleriyle reaksiyona girmesi sonucu oluşur. Bu bileşikler arasında monokloramin, dikloramin ve özellikle trikloramin bulunur. Özellikle kapalı yüzme havuzlarında birleşik klora maruz kalmak hem insan sağlığı hem de su kalitesi açısından ciddi sorunlara yol açabilir. Sağlık açısından bakıldığında, birleşik klora uzun süreli maruziyet solunum yollarında tahrişe neden olabilir. Özellikle trikloramin buharı, kapalı ortamlarda solunduğunda astım benzeri semptomlara, öksürüğe ve nefes darlığına yol açabilir. Bunun yanı sıra, gözlerde yanma, kızarıklık ve sulanma, burun içinde kaşıntı gibi belirtiler görülebilir. Hassas ciltlerde ise kaşıntı, kuruluk ve kızarıklık oluşabilir; uzun süreli temas egzama benzeri durumlara neden olabilir. Bazı kişilerde baş ağrısı ve genel rahatsızlık hissi de ortaya çıkabilir.

    Birleşik klor, sadece sağlık açısından değil, havuz suyu kalitesi açısından da olumsuz etkiler yaratır. Serbest klora göre çok daha zayıf bir dezenfektan olan birleşik klor, suyu yeterince mikroorganizmalardan arındıramaz. Ayrıca, havuzlarda sıkça hissedilen ağır klor kokusu genellikle serbest klordan değil, birleşik klor bileşiklerinden kaynaklanır. Bu maddeler suyun kalitesini düşürür ve kullanıcı konforunu azaltır. Bu nedenle, havuz bakımında serbest klor düzeyi 1 ppm’in üzerinde, birleşik klor düzeyi ise 0.2 ppm’in altında tutulmalıdır. Gerekirse şok klorlama gibi işlemlerle birleşik klor parçalanmalı ve ortam iyi havalandırılmalıdır. Ayrıca, etkili bir filtreleme sistemiyle sudaki kirleticilerin azaltılması sağlanmalıdır. Bu önlemler hem suyun hijyenini korumak hem de havuz kullanıcılarının sağlığını güvence altına almak açısından önemlidir. Ayrıca yüzme öncesi duş alma uygulamasını teşvik ederek birleşik klorun birikmesini en aza indirebilirsiniz.

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR

    https://clearcomfort.com/

    http://www.greenprimainst.com/

    https://stockwellsafety.com/

    https://www.epa.gov/

  • TUZLU TOPRAKTA HAYAT: Tuz Toleranslı Bitkiler ve Doğaya Katkıları

    Toprakta tuzluluk hem doğal hem de insan kaynaklı etkenlerle ortaya çıkan yaygın bir çevresel sorundur. Özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde daha sık görülür. Tuzluluk, toprağın verimliliğini azaltır, bitki gelişimini engeller ve zamanla arazinin tamamen işlevini yitirmesine neden olabilir.

    Toprakta tuzluluğun doğal nedenlerinden biri, bölgenin jeolojik yapısıdır. Bazı topraklar, oluşum sürecinde tuz içeren kayaçlardan türemiştir. Bu durumda, toprakta doğal olarak yüksek tuz içeriği bulunabilir. Ayrıca kurak iklim koşulları da tuzluluğu artırır. Bu tür bölgelerde yağış az, buharlaşma yüksektir. Buharlaşan suyun geride bıraktığı tuz, zamanla yüzeyde birikir. Eğer yer altı suyu seviyesi yüzeye yakınsa, kapilar etkiyle bu tuzlu su yukarı taşınır ve toprak yüzeyinde buharlaşarak tuz bırakır. Bu süreçte yağışla yıkanma olmadığı için tuz birikimi giderek artar.

    İnsan faaliyetleri de toprak tuzluluğunu ciddi şekilde etkiler. Özellikle yanlış sulama yöntemleri önemli bir sorundur. Aşırı sulama yapıldığında ya da toprakta yeterli drenaj yoksa, taban suyu yükselir ve tuzlar yüzeye taşınır. Bu durum, “ikincil tuzluluk” olarak adlandırılır. Eğer sulamada kullanılan su zaten tuzluysa – örneğin bazı yer altı suları ya da arıtılmamış atık sular – bu durum daha da kötüleşir. Sulama suyu toprağa her verildiğinde, beraberinde getirdiği tuzları da bırakır ve zamanla toprakta yüksek tuz konsantrasyonu oluşur.

    Tarımda yoğun kimyasal gübre ve pestisit kullanımı da toprakta tuz yükünü artırır. Özellikle azotlu, potasyumlu ve sodyum içeren gübreler, toprağın iyon dengesini bozar. Bu dengesizlik, toprağın yapısını bozar ve bitki kökleri için olumsuz koşullar yaratır.

    Kıyı bölgelerinde ise başka bir tehlike vardır: deniz suyu istilası. Yer altı suları kontrolsüz şekilde çekildiğinde, deniz suyu tatlı su kaynaklarının yerine geçebilir. Bu da kıyıya yakın tarım arazilerinin tuzlu hale gelmesine neden olur. Bu tür tuzluluk genellikle geri döndürülemez sonuçlar doğurur.

    Sonuç olarak, toprakta tuzluluk birçok farklı kaynağın etkisiyle oluşabilir. Doğal koşullar kadar, insan eliyle yapılan hatalı uygulamalar da bu süreci hızlandırır. Tuzluluğun artması, sadece tarım için değil, çevresel denge ve biyolojik çeşitlilik için de büyük bir tehdit oluşturur. Bu nedenle tuzlulukla mücadelede doğru sulama yöntemleri, drenaj sistemlerinin geliştirilmesi ve tuzlu su kullanımının kontrol altına alınması büyük önem taşır.

    Özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde, toprakta biriken tuz, birçok bitki türünün büyümesini engelleyerek verim kaybına ve biyolojik çeşitlilikte azalmaya yol açar.

    Ancak doğa her zaman bir yolunu bulur. Bazı bitkiler, bu zor koşullara tuz toleransı geliştirerek uyum sağlar.

     Tuzlu topraklarda yetişebilen bitkilere “halofit” denir. Yunanca “halo” (tuz) ve “phyte” (bitki) kelimelerinden gelir. Bu bitkiler, tuzu tolere etmekle kalmaz, kimi zaman onu yapılarında bir tampon madde olarak kullanır.

     

     

    Yaygın Tuz Toleranslı Bitki Türleri:

    Bitki Türü  Bilimsel Adı Kullanım Alanı
    Deniz börülcesi Salicornia europaea Gıda, biyoenerji
    Tamarisk Tamarix spp. Erozyon kontrolü, rüzgâr perdesi
    Kavurga Atriplex spp. Hayvan yemi, erozyon önleme
    Ebucehil karpuzu Citrullus colocynthis Tıbbi bitki, toprak iyileştirici
    İğde Elaeagnus angustifolia Nitrat fiksasyonu, peyzaj
    Yarpağı Suaeda spp. Tuz emici özelliği, toprak rehabilitasyonu

    Bu türler, yüksek tuz içeriğini tolere ederek, fotosentez yapabilir, suyu etkin kullanabilir ve çoğu zaman fakir topraklarda dahi gelişebilir.

     

    Peki Bu Bitkiler Ne İşe Yarar?

    1. Toprak İyileştirme

    Tuzlu alanlarda halofitlerin yetiştirilmesi, toprağın fiziksel ve biyolojik yapısını iyileştirir. Kök sistemleri toprağı havalandırır, organik maddece zenginleştirir ve uzun vadede tuzun yer değiştirmesine yardımcı olabilir.

    1. Fitoremediasyon (Biyolojik Temizlik)

    Bazı tuz toleranslı türler, sadece tuzu değil aynı zamanda ağır metalleri veya pestisit kalıntılarını da absorbe ederek toprak ve suyun doğal olarak temizlenmesine yardımcı olabilir.

    1. Tarımsal Alternatif: Gıda ve Yem Kaynağı
    • Salicornia gibi bazı halofit türleri, gıda sanayisinde gurme ürün olarak kullanılmaktadır.
    • Atriplex türleri ise hayvan yemi olarak değerlidir.
    1. İklim Adaptasyonu ve Karbon Yutakları

    Halofitler, kurak koşullarda da yaşayabildikleri için çölleşmeye karşı bir set oluşturur. Aynı zamanda bazıları yüksek karbon tutma potansiyeline sahiptir, bu da iklim değişikliğiyle mücadelede bir avantajdır.

    1. Ekonomik Potansiyel

    Biyoenerji, kozmetik, farmasötik ürünler ve hatta tuzlu tarımda (saline agriculture) bu bitkilerden yararlanmak mümkündür. Örneğin Salicornia, biyodizel üretiminde kullanılan tohum yağı nedeniyle dikkat çekmektedir.

    • Türkiye’de Konya Havzası, Tuz Gölü çevresi, Aksaray ve Şanlıurfa gibi alanlar halofit uygulamaları için potansiyel taşır.
    • Avustralya, Hindistan ve Orta Doğu ülkelerinde tuzlu tarım kapsamında halofit bahçeleri kurulmaktadır.
    • FAO ve UNEP, tuzlu toprakların değerlendirilmesi için halofit bitkileri öneren uluslararası programlar geliştirmektedir.

    Özetle; tuzluluk bir son değil, yeni bir başlangıç olabilir. Tuz etkisiyle verimsizleşen topraklar, kaderine terk edilmek zorunda değildir. Doğaya uygun türlerle yapılan rehabilitasyon çalışmaları hem ekosistem sağlığını hem de kırsal kalkınmayı destekler.

    Çevre mühendisleri, ziraat mühendisleri ve ekolojistler bu alanlarda birlikte çalışarak hem biyolojik çeşitliliği koruyabilir hem de toprakları yeniden yaşanabilir kılabilir.

     

    Unutmayalım:

    “Çözümler, genellikle sorunların içinde saklıdır. Tuzla baş etmek için doğanın tuzla barışık canlılarını kullanmak da bunun en güzel örneğidir.”

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR

    1. Flowers, T.J., & Colmer, T.D. (2008). Salinity tolerance in halophytes. New Phytologist.
    2. Qadir, M., et al. (2014). Economics of salt-affected lands and the potential of halophyte crops. FAO Land and Water Discussion Paper.
    3. Türk Tarım ve Ormancılık Bakanlığı (2021). Tuzlu Topraklar ve Kullanımı Raporu.
    4. Ventura, Y., & Sagi, M. (2013). Halophyte crop cultivation: The case for Salicornia and Sarcocornia. Environmental and Experimental Botany.
    5. Özcan, H. (2020). Tuzlu arazilerin bitkisel üretimde değerlendirilmesi, Tarım ve Teknoloji Dergisi.

  • ANTROPOJENİK SU KİRLİLİĞİ: Nedenleri, Sonuçları ve Çözüm Yolları

    Antropojenik su kirlenmesi, insan faaliyetleri sonucunda yer altı ve/veya yer üstü su kaynaklarının (nehir, göl, deniz, kuyu, yeraltı suyu vb.) fiziksel, kimyasal veya biyolojik olarak kirlenmesi anlamına gelir. Yani, suyun doğal yapısının bozulmasına insan eliyle neden olunmasıdır. Günümüzde su kaynaklarının kirlenmesinde en büyük pay ne yazık ki insan faaliyetlerine ait. Sanayileşme, tarımda kimyasal kullanımı, kentleşme ve nüfus artışı gibi nedenlerle ortaya çıkan antropojenik su kirliliği, hem çevre sağlığını hem de insan yaşamını doğrudan tehdit ediyor.

    Sanayi kaynaklı faaliyetler, su kirliliğinin en önemli nedenlerinden biridir. Özellikle tekstil, metal, kimya ve gıda sanayileri, üretim süreçlerinde ortaya çıkan ağır metaller (örneğin kurşun, kadmiyum, cıva), çeşitli kimyasallar ve boya artıkları gibi kirleticileri arıtmadan alıcı ortamlara deşarj ettiğinde, bu durum su kaynaklarının kimyasal ve toksik yükünü ciddi oranda artırmaktadır. Tarımsal alanda ise bilinçsizce ve aşırı miktarda kullanılan gübreler ile pestisitler, yağmur ve sulama sularıyla yer altı ve yer üstü su kaynaklarına taşınarak nitrat ve fosfat gibi maddeler aracılığıyla ötrofikasyon gibi olumsuz çevresel etkilerin ortaya çıkmasına neden olur. Diğer yandan, nüfus artışının yoğun olduğu bölgelerde kanalizasyon altyapısının yetersizliği veya evsel atık suların arıtılmadan su kaynaklarına doğrudan verilmesi, organik madde yükünün artmasına ve buna bağlı olarak bakteriyolojik kirlenmeye yol açar. Maden ocakları ve büyük inşaat projeleri gibi faaliyetler de yüzey akışlarıyla taşınan tortu, sülfat ve metal içerikli parçacıklarla doğal su ortamlarının fiziksel ve kimyasal dengesini bozabilir. Ayrıca deniz taşımacılığı, özellikle liman bölgelerinde boşaltılan balast suları ve meydana gelen petrol sızıntılarıyla deniz ekosistemlerine ciddi zarar verir; bu da sucul canlı türlerinin yok olmasına ve kıyı ekosistemlerinde geri dönüşü zor hasarlara neden olur

    Su kirliliğinin insan ve çevre üzerindeki etkileri çok yönlü ve yıkıcıdır. Öncelikle, kirlenen içme ve kullanma suyu kaynakları halk sağlığını tehdit eder; özellikle kolera, hepatit A ve dizanteri gibi su yoluyla bulaşan hastalıkların görülme sıklığı artar. Bu durum, sadece bireylerin sağlığını değil, toplumsal sağlık sistemlerini de zorlar. Öte yandan, kirli suların doğal ortamlara karışması, balıklar, amfibiler ve su bitkileri gibi sucul canlıların yaşamını tehdit ederken, tatlı su ekosistemlerinde ciddi bir biyoçeşitlilik kaybına yol açar. Canlı türlerinin azalması, ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemin doğal işleyişinin aksamasına neden olur. Bununla birlikte, kirlilikten etkilenen balıkçılık, tarım ve turizm gibi ekonomik faaliyetlerde büyük kayıplar yaşanır. Su kalitesinin bozulması sadece çevresel ve ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir sorundur. Çünkü suya erişim, birçok toplumun yaşam biçimini, geçim kaynaklarını ve kültürel uygulamalarını doğrudan etkileyen temel bir unsurdur.

     

    Alınabilecek Önlemler

    1. Atıksu Arıtma Tesislerinin Yaygınlaştırılması

    Her sanayi kuruluşunun ve yerleşim alanının etkili arıtma tesislerine sahip olması zorunlu hale getirilmelidir.

    1. Yeşil Tarım Uygulamaları

    Gübre ve pestisit kullanımının azaltılması, organik tarımın desteklenmesi teşvik edilmelidir.

    1. Çevre Eğitimi ve Farkındalık

    Halkın bilinçlendirilmesi, çevre bilincinin küçük yaşlardan itibaren kazandırılması uzun vadede etkili bir çözümdür.

    1. Yasal Denetimlerin Sıkılaştırılması

    Mevzuatların etkin şekilde uygulanması ve denetimlerin sıklaştırılması gerekir.

    1. Gri Su ve Yağmur Suyu Geri Kazanımı

    Su kaynaklarının sürdürülebilirliği açısından alternatif kaynak kullanımı desteklenmelidir.

     

    Antropojenik su kirliliği, sadece çevre mühendislerinin ya da devlet kurumlarının değil, her bireyin sorumluluğundadır. Su kaynaklarının korunması; bilinçli tüketim, doğru üretim, etkin denetim ve sürdürülebilir yönetim politikalarıyla mümkündür. Unutulmamalıdır ki “temiz su bir lüks değil, temel bir haktır.”

     

    Feyza SAK

    Kimyager

     

    KAYNAKLAR

    1.  www.csb.gov.tr
    2. https://www.eea.europa.eu/tr
    3. https://www.unep.org/
    4. https://demo.haliccevre.com/yonetmelikler/

  • ADİL DÖNÜŞÜM

    Adil dönüşüm, fosil yakıtlara dayalı mevcut ekonomik yapının, toplumsal adaleti gözeten, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir düzenle iklim kriziyle uyumlu hâle gelmesini amaçlayan bir yaklaşımdır.

    Bu kavramın temelinde “kimseyi geride bırakmama” ilkesi yatar; yani karbon yoğun sektörlerde çalışan işçilerin, bu sektörlere bağlı yaşam mücadelesi veren toplulukların ve bölgesel kırılgan grupların, dönüşüm sürecinde olası gelir kayıplarından, iş gücü değişiminden ve sosyal çatlaklardan korunması gerektiği vurgulanır. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre adil dönüşüm, “düşük karbonlu ve iklim değişikliğine dayanıklı bir ekonomiye geçişte işçi hareketinin yol gösterici çerçevesidir; hem dönüşümden etkilenen işçiler ve topluluklar için yükleri minimize eder hem de faydaları maksimize eder” şeklinde tanımlanır. Dolayısıyla adil dönüşüm sadece karbon emisyonlarını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yoksulluk riskini ve yapısal adaletsizlikleri de göz önünde bulundurarak, yeni ekonomik düzenin insan hakları ekseninde kurulmasını sağlar.

    Küresel Düzeyde Adil Dönüşüm Yaklaşımları

    Birçok uluslararası kurum, adil dönüşüm kavramını iklim adaleti, sosyal koruma ve ekonomik kapsayıcılığın kesişiminde değerlendirmektedir. Örneğin, Dünya Çalışma Örgütü (ILO), enerji sektörü çalışanlarının dönüşümden kaynaklanan gelir kayıplarını telafi edecek iş-kur fırsatları, sosyal koruma ağları ve mesleki eğitim programları geliştirilmesini önerir. AB düzeyinde ise Yeşil Mutabakat (European Green Deal) kapsamında, Sanayi Bölgeleri Dönüşüm Destek Fonu (Just Transition Fund) oluşturularak karbon yoğun bölgelerdeki işçilerin geçişi için mali kaynaklar sağlanmaktadır.

    Ayrıca, WWF ve SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi gibi kuruluşlar, enerji yoğun şirketlerin adil dönüşüm performansını izleyen raporlar yayımlamaktadır. Bu raporlarda, şirketlerin yalnızca karbon emisyonlarını düşürmekle kalmayıp; aynı zamanda işçi hakları, yerel toplulukların refahı ve sosyal koruma mekanizmalarına ne kadar yatırım yaptıkları da değerlendirilir. Örneğin, SHURA’nın “Adil Dönüşüm: Tanımlar, Prensipler, Uygulamalar ve Türkiye’deki Durum” raporu hem küresel yaklaşımları hem de Türkiye’deki uygulama boşluklarını ortaya koyarak yol haritası sunar.

    Uygulamada adil dönüşümün en büyük sınavlarından biri, finansal kaynakların doğru kanalize edilmesidir. Dönüşüm projeleri, başlangıçta yüksek yatırım gerektirdiğinden bölgesel altyapı iyileştirmeleri, yenilenebilir enerji santralleri ve sosyal koruma fonları için ciddi bütçeler ayrılmalıdır. IndustriALL’ın sendikalar için hazırladığı kılavuzda, adil dönüşümün beş temel ilkesinden bahsedilirken (sosyal koruma, istihdam güvencesi, demokratik katılım, eğitim ve beceri geliştirme, çevresel dayanıklılık), “koruma ve destek mekanizmalarının eş zamanlı hayata geçirilmesi, dönüşümü mağduriyet yerine fırsata dönüştürür” denir.

    Türkiye’de, EPDK ve Enerji Bakanlığı tarafından desteklenen araçlara ek olarak AB’den sağlanan Just Transition Fund kaynaklarının da bölgesel projeleri fonlaması, hem küçük ölçekli işletmelerin yeşil ekonomiye adaptasyonunu hem de işsiz kalma riski taşıyan işçilerin gelir kaybını telafi etmeyi sağlayacaktır. Ancak bu mekanizmaların şeffaf, katılımcı ve yöresel ihtiyaçlara duyarlı bir şekilde planlanması, adil dönüşümün başarısı için kritik önemdedir.

    Adil dönüşüm, yalnızca bir ülkedeki politik tercihlerle sınırlı kalmaz; insan hakları temelli evrensel bir yaklaşımı da zorunlu kılar. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve ILO tarafından ortak hazırlanmış “İnsan Hakları ve Adil Dönüşüm” yayını, “gerçek bir adil dönüşüm, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini, yoksulluk riskini ve ataerki temelli yapısal adaletsizlikleri de dikkate almalıdır” görüşünü savunur. Küresel araştırmalar, 2030’a kadar yenilenebilir enerji ve döngüsel ekonomiyle yaratılacak yeni iş alanlarının, yüksek beceri gerektiren pozisyonlar açacağını ve işgücü piyasasında cesur adımlar atılmasını gerektirdiğini gösterir.

    Türkiye’nin 2030’a kadar elektrik üretiminde kömür kullanımını önemli ölçüde azaltması, hem çevresel sürdürülebilirliğe hem de hava kirliliğine bağlı erken ölümleri önlemeye katkıda bulunurken, işçiler için yeni beceri öğrenme programları düzenlemek de yerel halkın sosyo-ekonomik refahını koruyacaktır.

    Geleceğe bakıldığında, adil dönüşümün başarısı, sadece karbon emisyonlarının düşürülmesiyle ölçülmez; aynı zamanda toplum içindeki tüm bireylerin hâlihazırdaki yaşam standartlarını kaybetmeden yeni ekonomik düzene entegre olabilmeleriyle de ilgilidir. Bu nedenle, dönüşüm politikaları “tepe yönetim” odaklı değil, tabandan yukarıya katılımcı mekanizmalarla şekillenmelidir. Yerel yönetimler, işçi temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve akademik çevreler arasında kurulacak diyalog platformları, her bölgenin özgün ihtiyaçlarına cevap veren projelerin ortaya çıkmasını sağlar. Finansman araçları, teknik danışmanlık ve eğitim programları doğru hedeflere yönlendirildiğinde, adil dönüşüm, hem iklim kriziyle mücadelede bir mihenk taşı hem de toplumsal adaletin koruyucusu olarak işlev görecektir. Önümüzdeki yıllar, adil dönüşümün gerçek anlamda omurgasını güçlendiren politikaların ve uygulamaların hayata geçirildiği bir dönem olmalı; ancak bu sayede gelecek kuşaklara adaletli, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir dünya bırakabiliriz.

     

    Feyza SAK

    Sosyolog

     

    KAYNAKLAR